Yaz akşamıydı. Deniz kıyısındaki küçük butik otelin balkonunda iki kişi sessizce oturuyordu. Uzakta dalgaların sesi, yakında ise birbirlerine alışmaya başlayan nefesler vardı.

Kadın, ince bir kimono giymişti; rüzgârla hafifçe savruluyor, tenine dokunuyordu. Elindeki şarap kadehini bıraktı, manzaraya değil adama döndü.

“Sessizlik güzel,” dedi. Adam başını salladı: “Ama senin sesin daha güzel.”

O an yaklaşmak kaçınılmazdı. Adam hafifçe eğilip dudağının kenarına dokundu. Kadın gözlerini kapattı. Karşılıklı güvenin, geçirdiği bir günün ve artan arzunun birleşimiydi bu temas.

Balkonun taş zemini, ayaklarının altında serindi ama bedenleri hızlıca ısınmaya başladı. Kadın, adamın gömleğini yavaşça çözerken, gözlerinin içine bakarak ilerliyordu. Her hareket yavaş, her temas dikkatliydi.

Sandalyeler çekildi, yere ince bir örtü serildi. Gökyüzü tanıktı artık. Dalgaların ritmiyle, bedenleri de kendi ahengini buldu.

Bu, sadece bedensel bir yakınlık değildi. Birbirini tanımaya izin veren, konuşmadan rıza gösteren iki insanın hikâyesiydi.

Sabaha karşı, deniz hâlâ kıyıya vururken, balkonda hâlâ iki kişi oturuyordu. Artık birbirine daha yakın.

Comments are closed.