Çalışma hayatı çoğu zaman yoğun ve yorucudur. Ama bazı geceler, o fazladan mesai saatleri sırasında paylaşılan anlar her şeyden daha gerçek hissettirir. Gece yarısını geçen saatlerde, ofis katı neredeyse tamamen boşalmıştı. Bilgisayar ekranlarının yansımaları dışında karanlığa gömülmüştü her şey.

Kadın hâlâ çalışıyordu. Gözleri biraz yorgun ama zihni açıktı. Adam, birkaç masalık uzaklıktan ona göz ucuyla bakıyordu. Gün boyunca süren iş sohbetleri, ufak gülümsemeler, yakınlaşmalar… Tüm gün boyunca küçük küçük örülen bir bağ vardı.

Kalkıp yanına geldiğinde, “Bir kahve molası verelim mi?” dedi. Kadın başını kaldırıp gülümsedi, başını salladı. Mutfağa geçtiler. Küçük ofis mutfağında paylaşılan kahve kokusu, gecenin sessizliğine anlam kattı.

Geri dönerken, kadın istemsizce adamın koluna dokundu. Küçük bir temas ama yankısı büyüktü. Göz göze geldiklerinde hiçbir şey söylemediler. Çünkü söylenmesi gereken her şey zaten o bakışta vardı.

O anı kırmak yerine adım attılar. Yan yana geldiler. Sarılışları doğal, temkinli ama istekliydi. Sessizce, yavaşça… Boş ofisin içinde, zaman durmuş gibiydi. Masaların ardında, perdelerin kapattığı pencerelerin gerisinde, birbirlerine izin verdiler.

Ne acele vardı ne çekinme. Sadece iki insanın, kimse görmeden, duymadan ama tamamen isteyerek birbirine yaklaşmasıydı bu. Gecenin sonuna kadar süren o an, sabaha ofis ışıkları tekrar yanarken bile zihinden silinmeyecek kadar gerçekti.

Comments are closed.