Sabah erken saatler… Güneş daha tam doğmamış, odanın içinde loş bir aydınlık dolaşıyordu. Kadın, gözlerini yarı açık şekilde banyoya yöneldi. Uykunun mahmurluğu hâlâ üzerindeydi ama suyun sesi, günün onu nereye taşıyacağını fısıldar gibiydi.
Sıcak su açıldığında banyonun aynası buharlanmış, ortam yumuşak bir buğuyla sarılmıştı. Duşun altına girdiğinde su, uykuyu üzerinden silip attı. Tam o sırada, kapı aralandı. Ardından tanıdık bir siluet belirdi. Adam da uyanmıştı.
Göz göze geldiklerinde, bir kelimeye ihtiyaç kalmadı. Adam yavaşça kapıyı kapattı ve yanına geldi. Bu, alışıldık bir sabah rutini değildi; içinde beklenmedik bir yoğunluk taşıyordu.
Duşun altında akan sıcak su, tenlerini birbirine daha da yakınlaştırıyor, her dokunuş daha açık, daha net bir arzunun parçası oluyordu. Eller, suyun altında kayıyor, dudaklar buğulu aynalara yansıyan silüetleri buluyordu.
O sabah, kahvaltıdan önce, uyanmanın en güzel haliydi yaşadıkları. Sessiz, yumuşak ve tamamen içten gelen bir yakınlıkla, gün daha başlamadan paylaşılmıştı.