Eski bir taş evin içinde yer alan küçük kütüphane, dışarıdaki dünyadan tamamen kopmuş gibiydi. Raflardaki tozlu kitaplar, içerideki loş ışıkla birlikte zamanın donduğu bir his veriyordu.

Kadın, elinde bir romanla pencerenin kenarındaki koltuğa oturmuştu. Kitaba odaklanmıştı ama gözleri satırları değil, karşısındaki adamı takip ediyordu. Aralarında süren bakışmalar günlerdir bastırılmış duyguların habercisiydi.

Adam raftan bir kitap almak bahanesiyle ona yaklaştı. Elleri raftayken, bedenini kadınınkiyle neredeyse hizalayacak kadar yaklaştı. Kadın, başını kaldırıp baktığında, ikisinin de gözlerinde aynı şey vardı: sabırsız bir istek.

“Burada sessiz olmamız gerekmiyor mu?” diye fısıldadı kadın. Adam gülümsedi. “Bazı sessizlikler daha fazla şey anlatır,” dedi ve parmak uçlarını kadının eline değdirdi.

Kadın yavaşça ayağa kalktı. Kitap hâlâ elindeydi ama artık hiçbir anlamı yoktu. Rafların arasında, görünmeyen bir köşeye ilerlediler. Tenleri birbirine değdiğinde zaman durdu. Her dokunuş, yıllardır birikmiş özlemin ifadesiydi.

Aralarındaki temas yavaş ama derinleşen bir ritimle sürdü. Rafların arasındaki o dar alan, bir anda en özgür oldukları yer hâline geldi.

O an, kitapların arasında gizlenmiş bir başka hikâye daha yazıldı — sadece ikisinin bildiği bir sır olarak, kütüphane sessizliğine karıştı.

Comments are closed.