Büyük, eski bir üniversite kütüphanesi… Kitapların arasında kaybolmuş bir zaman dilimi. Loş ışık, ahşap raflar, kalın perdelerle filtrelenmiş gün ışığı… Her şey sessizdi ama bu sessizlik, içinde bir gerilimi barındırıyordu.

Kadın, tarih bölümünde bir rafta kitap ararken, arkasında birinin varlığını hissetti. Başını çevirdiğinde adamla göz göze geldi. Aynı projede çalışıyorlardı; bir süredir birlikte araştırıyor, notlaşıyor, arada küçük gülümsemeler paylaşıyorlardı. Ama hiçbir şey doğrudan dile gelmemişti.

Adam sessizce ona yaklaştı, rafın üst kısmındaki kitabı uzanarak aldı. Kitabı verirken parmakları istemsizce temas etti. Bu temas uzamadı, ama ikisi de aynı anda duraksadı. Kadın kitaba bakarken, adam gözlerini ondan çekmedi.

“Burası çok sessiz,” dedi kadın fısıltıyla.
“Bazen bu sessizlik, en çok şeyi anlatıyor,” dedi adam.

Aralarındaki çekim artık sadece bakışlarda değil, mesafede de hissediliyordu. Birkaç dakika sonra, kütüphanenin en arkasındaki sessiz okuma alanına geçtiler. Kimsenin uğramadığı o kuytu köşe, sanki bu yakınlık için inşa edilmişti.

İlk öpücük, kitap kokusu ve eski deri koltukların arasında yankılandı. Her şey yavaş ama kararlıydı. Sessizlik, adeta bir yorgan gibi üzerlerini örtmüş, duygularını koruyordu.

O gün kütüphane, sadece bilgi değil, tensel bir keşif alanıydı artık. Sessizlik içinde yaşanan bu temas, belki de en unutulmaz anılardan biri oldu.

Comments are closed.