Gecenin geç saatiydi. Kutlamadan geriye kalanlar toparlanıyor, sokaklar sessizleşiyordu. Apartmanın en üst katındaki terasa sadece birkaç kişi kalmıştı. Onlar ise iki kişiydi — belki bir saattir şehir ışıklarını izliyorlardı ama esas odakları birbiriydi.
Kadın ince askılı elbisesiyle hafif üşüyordu. Adam ceketini çıkarıp omuzlarına koyduğunda, başını yana eğip gülümsedi. Terasta rüzgâr vardı ama aralarındaki sıcaklık arttıkça hava daha yumuşak hissedilmeye başladı.
“Ne güzel sessiz burası,” dedi kadın. “Sessizlik bazen her şeyden daha çok şey söyler,” diye cevapladı adam. Gözler bir kez daha buluştuğunda, artık başka bir şey konuşmaya gerek kalmamıştı.
Bir adım yaklaştılar. Dudakları hafifçe birbirine dokunduğunda, geri çekilmeden beklediler. O öpücük gecenin ritmini değiştirdi.
Terasta, kimsenin olmadığı o anda, duvar kenarındaki geniş şezlonga doğru yürüdüler. Şehir aşağıda, onların hikâyesinden habersiz ışıldıyordu. Onlar ise yukarıda, sadece birbirine odaklıydı.
Dokunuşlar ince, dikkatli ve karşılıklıydı. Rüzgâr saçları savurduğunda, birbirlerine daha da yaklaştılar. Her temas bir onay, her bakış bir davetti. O gece şehir sessizdi, ama onların içinde kıpır kıpır bir yakınlık vardı.
Sabaha karşı terasa vuran ilk güneş, artık başka bir günü değil, başka bir bağlılığı aydınlatıyordu.