Bugün her zamankinden daha stresli bir gündü. Biten raporlar, bitmek bilmeyen toplantılar ve patronumun keskin bakışları altında çalışmak beni gerginleştirmişti. Ancak patronum Bay Yılmaz’ın ofis kapısından içeri girip bana o karanlık, kestane gözleriyle baktığı anda, unutmamam gereken bir şey olduğunu fark ettim: O bana aşıktı.
Ya da en azından ben öyle sanıyordum.
Çünkü şimdi, gece mesaisinde ofiste yalnız kaldığımızda, pantolonunun önündeki kabaran sertliği görmemek imkansızdı. Bacaklarım titredi, dudaklarım kurudu. Sanki kalbim göğsümden fırlayacaktı.
“Gülşah,” dedi alçak ve boğuk bir sesle, “bu raporu neden henüz bitirmedin?”
Ellerimle dosyayı tutarken bile gözlerimi onun siyah takım elbisesinin altında belli olan şişkinlikten alamıyordum. “Hemen bitiriyorum efendim,” diye mırıldandım, ama sesim titriyordu.
Birden masasına yaklaştı, kravatını gevşetti ve bana yakın durdu. Nefesi enseme değdi. “Bana efendim deme,” diye homurdandı. “Özellikle böyle yalnızken.”
Sıcak bir ürperti vücuduma yayıldı. Onun sert ve otoriter duruşu, bana baskın bir şekilde yaklaşması… Kendimi onun kollarına bırakmam an meselesiydi.
Sonra aniden, elini çenesine götürdü ve yüzümü yukarı kaldırttı. “Seni sürekli izliyorum, biliyor musun?” diye fısıldadı. “O mini eteğinin altını hayal ediyorum.”
Nefesim kesildi.
Bir anda masaya itildim, etek yukarı kıvrıldı ve iç çamaşırımın ince kumaşı belli oldu. Bacaklarımın arasını işaret ederek, “Bunu çıkart,” dedi. Ağzım kurumuştu, ama başka bir şey de ıslaktı.
Ellerim titreyerek külotu yavaşça aşağı indirdim. Onun bakışları amıma odaklanmıştı, nemli ve hazır.
“Demek patronunun karşısında bu kadar ıslanabiliyorsun, öyle mi?”
“E-evet…”
Birden kemerini çözdü, pantolonunun düğmesini açtı ve kalın, sert yarağını dışarı çıkardı. Sanki daha önce hiç bu kadar büyük bir şey görmemiştim. Dudaklarımı yaladım.
“Em,” diye buyurdu, saçlarımdan tutarak başımı öne çekti.
İtaatkar bir şekilde eğildim ve sıcak, tuzlu derisini dudaklarımla okşadım. Yavaşça yalamaya başladım, ucuyla oynadım, sonra tamamını ağzıma aldım. Boğazıma kadar sokarken gözlerim yaşardı, ama patronumun inlemeleri her şeye değerdi.
“Böyle güzel bir ağızla daha önce kim sikti seni?” diye hırladı.
Cevap veremedim, çünkü ağzım onun yarrağıyla doluydu. İniyor, kalkıyor, derinlere kadar itiliyordu. Sonra bir anda diz çöktürdü ve göt deliğime parmağını bastırdı.
“Hmm… Sadece ağzını değil, diğer deliklerini de kullanacağız, anladın mı?”
Evet, efendim…