Kütüphane sakinliği, yalnızca kitapların sesiyle doluydu. Parmakların sayfalar arasında çıkardığı hışırtı ve nadiren yankılanan ayak sesleri dışında her şey suskundu. Kadın, pencere kenarındaki masasında uzun süredir oturuyordu. Karşısındaki masaya ise birkaç saat önce biri daha gelmişti.

Adam sessizdi, ama elleri kitaplara alışkındı. Her çevirişi, dikkatli bir okuyuşun parçasıydı. Kadın önce fark etmemişti onu, ama sonra her göz göze gelişte biraz daha fazlasını merak eder olmuştu. Bakışlar birkaç saniye uzun sürdüğünde, ikisi de fark etti: bu sadece aynı alanda ders çalışmak değildi.

Saatler ilerledikçe hava karardı, öğrenciler birer birer gitti. Kütüphanede sadece birkaç kişi kalmıştı. Kadın kitaplarını toplarken, adam da ayağa kalktı. Gözleri buluştuğunda hiçbir kelime gerekmedi. “Çıkalım mı?” sorusu, sadece bir gülümsemeyle yanıt buldu.

Dışarı çıktıklarında hava serindi. Sessizliği birlikte yürüyerek paylaştılar. Birkaç sokak sonra, onun küçük ama sıcak evine doğru adımladılar. İçeri girdiklerinde göz göze geldiler; bu artık kaçırılmayacak bir andı.

İlk dokunuş kitaplar kadar narin, ama içerdiği anlam çok daha derindi. Uzun süre bastırılmış bir merak, geceye yayılan sıcaklıkla serbest kaldı. Her hareket özenliydi, her an rızaya dayalı bir keşfin parçasıydı.

Sabah, pencere kenarından gelen ışıkla uyanırken, önceki geceden geriye sadece bir anı değil, kalbe dokunan bir bağ kalmıştı.

Comments are closed.