Mahalledeki eski sanat sinemasında her cuma sessiz film gösterimi oluyordu. Mekân nostaljikti; kırmızı kadife koltuklar, loş ışıklar ve film başlamadan önce çalan eski caz parçaları… O gece kalabalık yoktu, birkaç kişi aralıklı oturmuştu.
Kadın ikinci sırada, pencereye yakın oturuyordu. Erkek ise birkaç koltuk arkadaydı. Film başlamadan önce göz göze geldiler. Hafif bir selamlaşma, tanıdık olmayan ama çekici bir sıcaklık hissettirdi. Işıklar yavaşça kısıldı ve film sessizce başladı.
Film ilerledikçe ikisi de zaman zaman dönüp birbirine bakıyordu. Ortak bir duyguda buluşmanın verdiği o ince heyecan… Perdenin loş ışığıyla aydınlanan yüzlerde, gülümsemeler fark edilir oldu. Derken film bitti. Salonda kısa bir sessizlik ve ardından hafif bir alkış…
Çıkışta kadın, dışarıdaki küçük fuaye alanında bekliyordu. Adam yanına yaklaştı, “Film çok güzeldi ama seninle göz göze gelmek daha çok aklımda kaldı,” dedi. Kadın cevap vermedi, sadece gülümsedi. O gece birlikte yürüdüler. Sessizce, şehrin sokaklarını adımlayarak…
Sonra onun dairesine geçtiler. Şarap açıldı, eski müzikler çalmaya başladı. Koltukta yan yana otururlarken eller dokundu, ardından yavaşça bir öpücük.
O an hızlı değildi, aceleci hiç değildi. Duygusal, yumuşak ve rızaya dayalıydı her şey. Birlikte geçirilen o gece, bir filmin sonu değil, bambaşka bir hikâyenin ilk sahnesiydi.