Şehirden uzakta, taş duvarlı eski bir dağ evinde yalnızca şöminenin sesi duyuluyordu. Dışarısı karla kaplıydı ama içerisi sıcak, loş ve mahremin iç içe geçtiği bir sığınaktı.

İki kişi aynı kanepede oturuyordu. Aralarındaki sessizlik, gergin değil; beklentiliydi. Kadın battaniyeyi biraz daha üzerine çekti, sonra yarısına adamı da davet etti.

“Ellerin çok sıcak,” dedi kadın, adam onun parmaklarını okşarken. “Seninkilerse ince ama kararlı,” dedi adam, gözlerini ayırmadan.

Şömine ışığı tenlerini aydınlatırken, konuşmalar yerini dokunuşlara bıraktı. Kadın, adamın ensesine uzanıp onu kendine yaklaştırdı. Dudakları birbirini bulduğunda zaman durmuş gibiydi.

Yavaşça kanepeye uzandılar. Her temas, bir öncekinin devamıydı. Acele yoktu. Eller önce bedeni, sonra ruhu tanıyordu. Kadının başı adamın göğsüne yaslandığında, gözlerini kapattı ve sadece hissetti.

Gece boyunca ateş sadece şöminede değil, aralarında da yanmaya devam etti. Dışarıda tipi sürerken içeride güven, sıcaklık ve tutku dolu bir hikâye yazıldı.

Comments are closed.