Yaz mevsimi bütün sıcaklığıyla bastırmış, şehirden kaçmak bir ihtiyaç değil, neredeyse zorunluluk haline gelmişti. Uzak bir sahil kasabasında kiralanan geniş, havuzlu villa; sadece güneşlenmek, yüzmek ve dinlenmek içindi. Ama o huzurun içinde başka bir şey de vardı — bastırılmış, göz göze gelişlerde kıvılcımlanan bir çekim.
İki kişi, bu evde kısa süreliğine birlikte kalacaktı. Aralarında romantik bir geçmiş yoktu, en azından başlangıçta. Ama günler geçtikçe kahvaltıların sessizliği, akşam üzeri içilen şaraplar ve havuzdan sonra paylaşılan havlular, aradaki mesafeyi yavaş yavaş eritmeye başladı.
Bir gün öğleden sonra, güneşin en yüksekte olduğu saatte, kadın şezlonga uzanmış kitap okurken adam onu izliyordu. Gözlüklerinin ardından kaşlarının kalkışı, kitabı kapatıp “Ne oldu?” deyişiyle bir kıvılcım çakıldı.
Adam yanına geldi, sessizce oturdu. “Sana saatlerce böyle bakabilirim,” dedi. Kadın gülümsedi, gözlüğünü çıkardı. “Neden sadece bakmakla yetiniyorsun?”
Sözler, içinde büyük bir onay taşıyordu. İlk temas, terli tenlere değen serin bir el gibi geldi. Sonrası ise suyun içindeki yavaş bir dans gibiydi — önce terasta, sonra gölgeli bir odada, serin çarşafların üzerinde.
O gün o villa, sadece bir tatil evi değil, rıza ve arzunun dengede buluştuğu özel bir alana dönüştü. Ve o yakınlık, güneşin batışından çok daha uzun sürdü.