Şehir aniden bastıran bir yaz yağmuruyla ıslanıyordu. Kalabalığın aksine, kadın durmamıştı. Yağmuru severdi. Üzerindeki ince elbise tenine yapışıyor, her adımda daha da ağırlaşıyordu.
Bir apartman girişine sığındığında, arkasından o da geldi. Tanışıklıkları vardı — birkaç bakış, birkaç kelime, ama derin bir ilgiyi içinde taşıyan türden.
“Islanmışsın,” dedi adam hafif bir gülümsemeyle. Kadın karşılık verdi: “Bazen iyi gelir.”
Bu küçük karşılaşma, asansörde sürdü. Yağmurun sesi hâlâ kulaklarındaydı ama içleri farklı bir ısıyla dolmaya başlamıştı.
Kapı açıldığında kadın bir anda durdu. “Yukarı çıkmak ister misin?” diye sordu. Sessiz bir davetti bu, ama aynı zamanda bilinçli bir karar. Adam bir şey demeden başını salladı.
Evin içi sade ama sıcaktı. Yağmur hâlâ camlardan süzülüyordu. Kadın saçlarını geriye doğru attı, ıslak teni parlıyordu. Adam elini usulca onun yanağına koydu; “emin misin?” diye sordu.
Cevap bir bakışla verildi.
İlk dokunuşlar nazik ve beklenmişti. Her hareket rızanın içinde şekillendi. Zamanla tutkuları daha net bir dile dönüştü. Gecenin ilerleyen saatlerinde yağmurun sesi, içlerinden taşan arzunun ritmine eşlik etti.
O gece, dışarıda yağan yağmurla içerideki tutku birbirine karıştı — iki beden, iki zihin, bir gece ve çok uzun sürecek bir anı olarak kaldı.