Gün boyu ağırlaşan hava, akşam saatlerinde sonunda yağmura teslim oldu. Şehir griye boyanmış, sokak lambalarının altında su damlaları küçük altın zerreciklere dönüşmüştü. Daire, yüksek katlı bir binanın köşesinde yer alıyordu. Camdan dışarı bakmak bile şiir gibiydi.

Kadın balkona çıktı, elinde bir fincan sıcak çay. İnce hırkasına rağmen omuzlarına düşen serinlik hoşuna gitmişti. Yağmurun sesi, kelimeleri gereksiz kılıyordu. Ardından adam geldi, elinde ikinci bir fincan ve o bildik, durgun tebessüm.

“Üşümüş olmalısın,” dedi usulca. Kadın, “Bu serinlik iyi geliyor,” diye karşılık verdi. Birkaç saniyelik sessizlik, anın kendisini daha yoğun hissettirdi. Birlikte balkona oturdular, ayaklarının ucuna dek uzanan yağmur manzarasına karşı, ellerindeki fincanlarla biraz daha yaklaştılar birbirlerine.

Islanan saçlar, yumuşayan tenler ve tereddütsüzce yakınlaşan dizler… Balkon küçük ama gecenin hissi büyük ve derindi.

Adam, sessizce elini onun avucuna koydu. Kadın o dokunuşu sıkıca tuttu, başını omzuna yasladı. Yağmurun altında başlayan o temas, içeride devam etti. Pencere camlarına vuran damlalar eşlik etti onlara.

O gece yağmur, yalnızca sokağı değil, iki insanın içini de temizledi. Her şey yavaş, isteğe dayalı ve doğaldı. Sessizliklerin arasında kurulan o bağ, kelimelere ihtiyaç bırakmayan bir hikâye yazdı — balkonun küçük bir köşesinde başlayan, geceye yayılan ve sabaha dek süren bir bağ.

Comments are closed.